Futbol, şüphesiz ki Dünya'nın en büyük ilgi gören sporlarından biri ve geniş kitleleri bir araya getirebilen bir sosyal aktivite. Aynı zamanda ekonomik olarak önü alınamayan bir büyüme gösteren de bir piyasa. Futbola gösterilen ilgi arttıkça, piyasada dönen paralar da büyümeye, fazlasıyla büyümeye devam ediyor. Tabi ki kulüpler de...
Real Madrid, Barcelona, Manchester United, Bayern Munich, Milan gibi hem yerel liglerinde hem de uluslararası organizasyonlarda sürekli zirveye oynayan kulüpler, ekonomik açıdan diğer kulüplerle farkı , doğal olarak, iyice açmıştı. Sonra, Haziran 2003'te Roman Abramovic isimli Rus bir milyarder İngiliz Chelsea kulübünü satın aldı ve bugün etkilerini iyice hissettirmeye başlayan ''sermaye merkezli takımlar'' bir bir ortaya çıkmaya başladı.
Abramovic'in satın aldığı Chelsea, özellikle Jose Mourinho yönetiminde çok başarılı sezonlar geçirdi. Çok büyük paralar harcanarak kurulan takımlar, Roman Abramovic'in hayalindeki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu geçtiğimiz sezona kadar kazanamasa da, Premier League'deki şampiyonluklar, Şampiyonlar Ligi'nde üst üste çeyrek finaller, yarı finaller oynamak, kulübe göz ardı edilemeyecek bir popülarite ve kazanç sağladı. Abramovic'in Chelsea'sinden ilham alan diğer yatırımcılar da bir bir Avrupa'nın çeşitli liglerinden takımları satın almaya ve büyük paralar dökmeye başladılar.
''Zaten milyarları olan, gün geçtikçe daha da fazla para kazanan bu adamlar neden bir futbol takımını satın alıp zahmete giriyorlar? Getirisi daha büyük, uğraşısı daha az birçok iş yapabilecekken neden futbol piyasasına gözlerini kapatıp dalıyorlar?'' gibi sorular akıllara geliyordur. Benim gelmişti açıkçası. Ama biraz düşününce kendimce birkaç cevap buldum. Şöyle düşünelim; Chelsea'yi almadan önce Roman Abramovic ismini duymuş muydunuz? Ben duymamıştım. Ama Chelsea'yi aldıktan sonra Dünya genelinde tanımayan kalmamıştır. Belki Kuzey Kore'de.. Bu adamlar paranın dibine vurduklarından, tanınmak, gündeme gelmek ve egolarını tatmin etmek gibi fantezileri vardır. Bence birinci sebep bu. ''Arap Şeyhi Bilmem Kim Şu Kulübü Bu Paraya Satın Aldı!'' veya ''Amerikalı İş Adamı Şu Yıldızı Bu Paraya Transfer Etti!'' gibi haberler görmek belli bir haz veriyordur herhalde. Forbes dergisinin Dünya'nın en zengin bilmem kaç kişisi yazılarını okumuyorsanız, bu Arap veya Rus veya Amerikalı, nereliyse işte zenginleri tanımazsınız. Bu onlar için PR gibi bir şey. En önemli sebep tabi ki kulübü kar ettirmek ve para kazanmak. Ama bunu yaparken de futbol gibi çok keyifli bir sporu izleyip, takımınızın en iyilerle rekabet ettiğini izlemek var. Herkesin elde edemeyeceği bir lüks.
Neyse, Manchester City, Malaga, Paris Saint Germain, Anzhi gibi kulüpler, sermayenin eline geçmiş durumda. Manchester City'nin kısa sürede kazandığı İngiltere şampiyonluğu bu sayının artmasına da vesile olacak gibi. Peki sermayenin oyuna dahil olması futbola neler getirir, neleri yok eder?
Zurnanın zırt dediği yer burası işte. Bu takımlar, piyasadaki en iyi oyuncuları bir araya getiriyorlar. İzlemesi gerçekten keyifli oluyor bu ekipleri. Hatta, genelde orta sıralarda dolaşan, vasat takımlar bir anda şampiyonluk adaylarına katılıp, rekabeti de kızıştırıyor. Bakınız Manchester City...
Öte yandan, ''içimizdeki masum futbol'' yavaş yavaş ölüyor. Altyapıdan yetiştirdiğimiz genç oyuncuları yıldızlaştıracağımıza, olmuş yıldızı getirelim düşüncesi, Dünya'daki kulüplerin %65 - %70'inde hakim. Bunun gibi düşünmeyenlerin kaderi de yetiştirdikleri ya da sonradan alıp geliştirdikleri oyuncuları ''Büyük Abilere'' kaptırmak oluyor. Eskiden bir jenerasyon yakalayıp, 4 yıl, 5 yıl beraber oynayan ve sürprizler yapan takımlar vardı. Beklemediğiniz bir takım çıkar, ortalığı birbirine katar, orada bir süre kalırdı. Şimdi o takım iyi bir oyuncu grubu yakalayıp transfer dönemine kadar iyi işler yapıyor ama oyuncular anında kapışılıyor. Sonraki sezon bir bakmışsın, sürpriz çıkış yaptığın o takımın ilk 11'inden 4 oyuncu kalmış.
Çocukken mahallede deli turnuva yapardık. Düşünün ki mahallede arkadaşlarınızla top oynuyorsunuz. Aşağı mahalleden iki takım gelmiş, siz de iki takım yapmışsınız turnuva hesabı yardırıyorsunuz. Kıran kırana, bileğinizin gücüyle kazanmak için mücadele ediyorsunuz. Sonra başka semtten bir kuyumcu geliyor, bütün takımların en iyi oyuncularını çeyrek altın karşılığında toplayıp, kendi takımında oynatıyor. Sizin elinizde o adamları kalmaya ikna edecek bir şey yok. Eleman altın veriyor, siz anca harçlığınızdan arttırıp bisküvi, gofret filan önerebiliyorsunuz. O zengin adamın takımı her maçı kazanıyor. Örnek hayli basit ama sinir bozucu.
Bir de futbolcuların kazandıkları astronomik paralar var. Misal, Zlatan Ibrahimovic, PSG'ye transfer oldu geçenlerde. Alacağı para, vergiler hariç, ''yıllık 14 milyon Euro!'' Ohaaa be kardeşim ohaa! Hala açlıktan ölen insanlar var bu Dünya'da. N'apıyorsunuz lan siz! Bu para beni rahatsız ediyor açıkçası. Oyuncunun suçu değil elbette. Ibra, zamanımızın en iyi golcülerinden biri ama onun bile hak etmediği astronomik bir ücret verirsen adama, bu sefer ortalama bir oyuncu da kazancını aslında yıldız oyuncunun alması gereken seviyeye çeker. Samimiyet giderek azalır.
Athletic Bilbao gibi kulüplerin sayısı azalmaya devam ediyor. Bilbao'yu örnek vermemin sebebi siyasi duruşları filan değil. Küçük bir bölgeden çok sayıda üst seviye oyuncu çıkartmaları ve mecbur kalmadıkça o oyuncuları satmamaları sebebiyle sevdiğim ve örnek verdiğim bir kulüp. Tamam, Manchester City gibi yıldızlarla dolu, güzel oynayan takımlar göze hoş geliyor. Ama Bilbao gibi takımlar size de daha samimi ve sempatik gelmiyor mu?
İşin bir de taraftar yönü var. Takım sahipleri, bol bol harcama yapıp, o caf caflı kadroları kurarken, taraftara binen yük de artıyor. Takımın lisanslı ürünlerinin, maç biletlerinin vs fiyatları 2'ye 3'e katlanıyor. Belli maçlarda bilet fiyatları öyle seviyelere çıkıyor ki öğrencinin filan gitmesine imkan yok. Belli paralar kazanan, genelde oturarak maç izleyen, orta yaşlılara filan kalıyor tribünler. Belli bir kesime hitap etmeye başlıyor kulüp. Taraftar için iyi mi kötü mü siz karar verin. Bana kalırsa, bu tür şeyler bir taraftarın aidiyet duygusunu köreltebilir.
Bu ikilemin hangi tarafında kaldığınızı bilemem. Her türlü görüşe de saygı duyarım. ''Ben, sadece paranın takımları başarıya götürdüğü, ekonomik olarak en üst seviyede olanların diğer takımları sömürdüğü bir futbol piyasası görmek istemiyorum. Formula 1 aracı satın alıp, Emirliği'nin tüm yollarını dümdüz asfalt yapan ve halka kapatıp, F1 keyfi yapanların, futbolu kişisel tatmin malzemesi yapmasını istemiyorum. Yağı bol bulup, kıçına sürenlerin, futbolumu yozlaştırmasını istemiyorum.'' diyebilir ya da ''Gösteri maçlarında bir araya gelebilecek kadroları her hafta izleme şansı buluyoruz. Futbol estetiği giderek yükseliyor. Hem bu takımların harcadığı büyük paralardan diğerleri de nemalanıyor. Oyuncularını yüksek fiyatlara satıp, yeni yatırımlar yapabiliyorlar.'' şeklinde de düşünebilirsiniz.
Ben karşı çıksam da bu büyük paralar harcanmaya, en azından bir süre daha, kesinlikle devam edecek. Gösteri maçı havasında daha çok maç izleyip belki daha çok keyif alacağız futboldan. Ama daha aşağılarda, mütevazi kulüplerde gerçekleşen güzel hikayeler de bitmesin. Oralarda öyle güzel hikayeler var ki hiç bir yabancı sermayeli takımın sansasyonel başarısı onlar kadar ilgimi çekemez, bu oyunu sevdiremez. Onları kaybetmemek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder