27 Ekim 2012 Cumartesi

Bayramla Gelen İkiyüzlülük

İyi bayramlar. Ramazan Bayramı'nın üzerinden iki ay geçti ve bu sefer Kurban Bayramı... Daha önce, insanımızın oruç tutarken değişen hal ve hareketleriyle ilgili yazmıştım. Bu sefer, sadece bayramlarda gösterdiğimiz yüzümüzü yazacağım.

Her akraba için geçerli değildir birazdan bahsedeceklerim. Ben misal, halam, dayım ve kuzenlerimle bayram olsa da olmasa da severek görüşürüm. Ama bayram olunca onlarla sınırlı kalmıyor tantana.

Bayramlarda bir yıl boyunca hiç görmediğimiz, görmeyi bırak, telefonla bile aramadığımız akrabalarımızı ziyarete gideriz. Yol boyunca kendi kendimize hayıflanarak... Trafik keşmekeşinden çıkıp, evlerinin önüne vardığımızda ''Hay böyle işin..'' diye başlar, kapıya gidene kadar devam ederiz. Oraya kadar gerçek hislerimiz ve yüzümüzü gösteririz. Ama o kapı açılıp, ''Hoşgeldiiiin, iyi bayramlaaar.'' sesini duyduktan sonra bir anda bütün o negatif hava değişir. Dertlerini unutursun adeta. Daha doğrusu öyle görünürsün. Çünkü o karşılamanın mucizevi etkisiyle her şey pozitife dönmez, sadece oyunculuğumuz girer devreye.

İçeri girersin. Büyüklerin ellerinden, yaşıtların yanaklarından öper ''İyi bayramlar. Ne zamandır görüşemiyorduk, özlemişiz.'' şeklinde en az yarısının yalan olduğu cümleler kurarsın. Salona geçilir, daha önceden evdeki büyüğü ziyarete gelen kalabalık bir topluluk mutlaka vardır. Onlarla da bayramlaşırsın ''Kimdi lan bu?'' diye içinden konuşarak. En kötüsü de onların yanında mutlaka hebe hübe yapan şımarık bir bebek vardır. Gürültü yapmayı farklı bir boyuta taşır, kafanızı si... şişirirler (Doğal sansür, çoluk çocuk okursa filan diye). Eğer benim gibi ailenin gençlerinden biriyseniz, o çocuklarla vakit geçirmeniz gerekir. ''Bak bilmem ne, Volkan Abi'ni tanıdın mı? Hadi git onunla oyna'' Benim alnımda bebek bakıcısı mı yazıyor arkadaşım!? Eğer sevimli bulursam ben gider severim, oynarım zaten. Sen neden çocuğu bana paslıyorsun!? Neden biliyor musun? Aslında o paslayan da  - kimse artık annesi, babası - bıkmıştır çocukla uğraşmaktan. Benim yerime o çeksin gürültüsünü patırtısını derdindedir. ''Ayy canıım, ne kadar da büyümüşsün görmeyeli. Gel oynayalım.'' der, kaderine razı olursun. İçinden bambaşka içerikli sözler söyleyerek...

Salonda herkes yerini alır, biri - genelde ziyarete gidilen aile büyüğü olur - muhabbet başlatmak için ''Eee, neler yapıyorsun'' diye sorar. İşte Oscar'a layık performans o zaman başlar. Başlarsın anlatmaya '' Dersler şöyle iyi gidiyor, arkadaşlarla takılıyoruz vs vs..'' sanki hayatında hiçbir şey ters gitmiyormuş ya da karşındaki insanlar bunları umursuyormuş gibi. İnanın bana %95'i umursamıyor. Ama onlar da rol yapıyor işte. Ne yazık ki herkes benim kadar usta değil bu oyunculuk işinde. Hemen anlıyorum, insanların içinden neler söylediğini. O sahte gülümsemeler, dikkatini vermiş gibi yapmalar, ilginç bir şey anlatmışsın gibi sonunda ''Hmmm...'' çekmeler. Çok belli oluyor, çok da rahatsız ediyor. En azından beni rahatsız ediyor.

Mutlaka hiçbir konuda anlaşamadığınız, huysuz bir akrabanız vardır. İşte onunla konuşurken başlar asıl test. Konu spora veya politikaya gelir; o kişiyle fikirleriniz, tuttuğunuz takım ve politik görüşünüz farklıdır. Ben, bu dramada yaşı küçük olanı oynadığım için önce suyuna gidiyorum karşımdaki büyüğün. Müthiş oyunculuğum devam ediyor o ana kadar. Yalnız bir noktaya geliniyor ki sonunda, sinirleniyorum. Çok sinirleniyorum. Ve hissettiğim o gerçek duygu, düşürüveriyor maskemi. Tartışmaya başlıyorsun ve ilk kez dürüst davranıyorsun. Tam hızını aldığında, diğer büyüklerden biri çaktırmadan dürtüyor, ''Tamam hacı, haklısın ama kısa kes.'' diyor, sadece bir bakışıyla. Hemen toparlanıp, maskemi takıyorum ve rolüme uygun davranmaya devam ediyorum. Konu kapanıyor. Konu kapanıyor da içimde haklı olmama rağmen alttan almanın ve tartışmada yenilmiş gibi görünmenin verdiği büyük sinir ve nefret birikiyor. Yalandan gülerek atıyorum o siniri, role sadık kalıyorum. Es kaza saçın uzun, ya da imaj için bile olsa sakallı gittiysen boku yedin. Herkes takılır ona, ''Bir traş olsaydın bari, bu ne hal.'' filan demeye başlarlar. Sanki suratımdaki ya da kafamdaki kılların durumu bir saygı unsuruymuş gibi. Ya da yaptığım tek saygısızlık oymuş gibi. Sabahtan beri yüzüne gülüyor, içimden başka şey düşünüyorum. Sen de anlıyorsan, en büyük saygısızlık bu değil mi sizce de? Sadece saçınla sakalınla da kalmaz. Okuduğun okuldan, hobilerine kadar kıyaslanırsın. Hani annelerimizin ''komşunun çocuğu şöyle çalışkan, böyle akıllı'' diye kafamızı ütülediği komşu çocuğu var ya, heh işte o bilmem kimin kızı - oğlu olur bu ziyaretler sırasında. ''Sen ekonomiyi bıraktın ama işte bilmem kimin eltisinin oğlu, şu üniversitede bu bölümü bitirdi. Şimdi çalışıyor.'' Bana ne lan!

Yemekler hazırlanırken, bayram tatilini fırsat bilip şehir dışına, yazlığa, otele giden ve ziyareti es geçip telefonla bayramlaşan birinden bahsedilir. Evine kadar gelinmeyen ve eli öpülmeyen büyükler, çekiştirmeye başlar o şanslı peze...(yine sansür) insan/insanları. Küçükler de onaylar ve ''Cık cık cık hiç olur mu yeaa'' şeklinde goy goy yaparlar. Derken yemek faslı başlar.

Envai çeşit yemek yapılmıştır. Hepsinden illa ki tadacaksın, o Allah'ın emri. ''Şundan şundan az alayım ama'' dersin servis sırasında, ama asla az verilmez. Eli açık olmak, misafirinden hiçbir şey esirgememek gibi görünse de bu davranış, aslında bu da rolün gereğidir. Çünkü bayram olduğu için gereğinden çok daha fazla yemek yapılmıştır ve sen adam gibi yemezsen o yemek kalır, bir ay boyunca aynı yemeği yemek durumunda kalırlar. İşin gerçeği budur. Yanlış bir şey de değildir aslında. Delikanlı gibi söylense ''Bir sürü yemek yaptık, yemezseniz atılacak.'' diye hiç bozulmam. Ama bunu bile söylemiyoruz bayramlarda. Bu dürüstlükten uzaklık da benim canımı sıkıyor. Neyse ki yeme potansiyeli bakımından Dünya standartlarının çok önündeyim.

Bunlar yetmezmiş gibi bir de ev sahibi rolü yaparsın, misafirlik bittiği zaman. Ölümüne kalabalık, her kafadan bir ses, gürültücü çocuklar... Tam şizofren işidir. Hele ki benim gibi gürültüye tahammülü sıfır bir insansanız. Bunlarla da bitmez, dakikada bir kapı çalar. Mahallenin hiç görmediğin çocukları - hatta belki mahallenin çocukları da değil - zırt pırt gelir. O ince, çekilmez sesleriyle ''İyi bayramlaaar'' der, umutla para vermeni beklerler. Biz paradan ziyade şeker, çikolata vermeyi tercih ediyoruz. Para göremeyince de bir yüzü düşüyor, bir bakışı değişiyor ki piçlerin (Sansür de nereye kadar, dayanamadım) sanırsın elinden zorla parasını almışım da çikolata sokuşturmuşum gibi. ''Hadi lan, başka kapıya!'' bakışı eşliğinde uğurlar, kapıyı kapatırsın. Aynı yalandan muhabbetler, yalan gülümsemeler, kısaca roller devam eder.

Sadece aile içinde, akrabalar arasında olan bir durumdan da bahsetmiyorum. Sosyal çevrede de var aynı absürd terane. Samimi olduğun birkaç arkadaşınla buluşursun bayramlaşmak için, pat diye gereksizin teki gelir. Haaaydiii onunla da şapur şupur, iyi bayramlar, sahte muhabbetler, yüze gülüp içinden ''Siktirgit lan burdan!'' demeler. Sosyal çevrende saygı gören, sevmediğin ama bir şekilde işime yarar diye muhabbeti kesmediğin yaşı büyük abiler denk gelir, bir saat kitlerler. ''Sen bana geleceğine, elimi öpeceğine bak ben senin yanına geldim. Utan utan.'' derler. ''Ne elini öpmesi lan vasıfsız herif.!'' bakışı atarsın, anlar ''Ahahah ne el öpmesi canım kardeşim, şaka şaka'' diye muhabbeti bağlar, göt oldum ama çaktırma bakışı atarlar. Üüüüüf yani.

Ben, bu rol işini yapmaktan gerçekten nefret ediyorum. İnsanı çok yoruyor. Günün sonunda yatağına uzandığında bir bakıyorsun, iş gününden daha fazla yorulmuşsun. Ne o hesapta bayram tatili. Neyin tatili millet, bu resmen ağır işçilik. Kim yapıyor tatili biliyor musun? O misafirliğe gittiğinde büyüklerin çekiştirdiği şehir dışındaki adam, işte o yapıyor tatili. Herkesten uzakta, ohh kafa dinliyor, dinleniyor. Çok takdir ediyorum onu, çünkü bir tek o dürüst davranıyor, bir tek o istediği şeyi yapıyor. Biz neden yapamıyoruz peki onun yaptığını? Birçok sebebi olabilir. Harçlık alacak yaştakiler, para için katlanıyor bu tantanaya. Diğerleri de mahalle baskısı, ''Acaba bu bayram gitmesem, arkamdan sallarlar mı?'' düşüncesiyle devam ediyor aynı rolü oynamaya.

Ne değişiyor peki? Bayramdan önceki bir yıl boyunca hiç aklına bile gelmeyen o insanlarla bayramdan sonra can ciğer mi oluyoruz? Bugüne kadar fark edemediğimiz, çok hoşumuza giden bir özelliğini filan mı keşfediyoruz? Yok, sadece halimizden memnun rolü yapıp, birbirimize yalan söylüyoruz. Gitmezsem ayıp olur düşüncesiyle yaptığımız ziyaretler, aslında o insanlara yaptığımız en büyük saygısızlık olmuyor mu? Babaannem bizimle yaşadığı için istemeye istemeye evime ziyarete gelen ve saatlerce yüzüme baka baka rol yapan, onu da beceremeyen adam bana saygısızlık yapmış olmuyor mu?

Ulan acaba sadece bana mı böyle geliyor diyerekten birkaç arkadaşıma danıştım. Onlar da benzer şeyler  anlattılar. Sırf gözlem yapmak için pek tanımadığım insanların olduğu arkadaş ortamlarına girdim. Gördüm ki gerçekten herkes yapıyor bunu. O yüzden yazıya dökme ihtiyacı hissettim. Bilmem ki acaba ben manevi değerlerimi mi kaybediyorum, yoksa diğer insanlar o değerleri gereğinden fazla mı önemsiyor?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder