2012 Londra Olimpiyatları'nda branşlarda madalyalar sahiplerini bulmaya başladı. Ne yazık ki ikinci haftaya girmemize rağmen hala madalya alabilmiş değiliz. Hiçbir zaman madalya canavarı bir ülke olamadık ama en azından halterde, güreşte, zaman zaman judoda mutlaka bir madalya alırdık. Bu yıl, hiçbir branşta yaklaşamadık bile.
Peki ne oluyor da tarihimizin en kalabalık olimpiyat kafilesinden, bir madalya çıkmıyor? Bunun birçok sebebi var. Ben temel sebeplerle ilgili bir iki noktaya değinmek istiyorum.
Öncelikle sistemimizle ilgili problemlere değinelim. Olimpiyatlarda her zaman madalya sıralamasının en üstünde olan Amerika Birleşik Devletleri ile bizim sistemimizi karşılaştıralım. Türkiye'de, bir çocuğun spora yönlendirilmesi için ya ailesinin teşviki olması gerekiyor ya da 15-16 yaşına kadar bekleyip, bir beden eğitimi hocasının onu keşfetmesi gerekiyor. Amerika'da ise çocuklar henüz ilkokuldayken, fiziksel özelliklerine ve bireysel becerilerine göre belli sporlara yönlendiriliyorlar. Hangisini daha çok seviyorsa ya da hangi sporda daha başarılıysa, liseye geçerken önüne belli bir hedef konuluyor ve ona göre yönlendiriliyor. İşi okuldan başlatıyor Amerika. Bizde anca aileler bir kulübün seçmelerine götürecek de torpilli çocuklardan yer kalacak da ...
Liseye geldiklerinde belli bir spora yönlendirilmiş olan Amerikalı çocuklar, daha lise seviyesinde üst düzeyde rekabete başlıyorlar. Yaşıtları arasında kendini gösteren genç sporcuların, daha iyi üniversitelerden burs alma şansları artıyor çünkü. Jason Kidd, LeBron James gibi NBA yıldızları, henüz lise birinci sınıftayken, farklı üniversitelerden, burs teklifleri almaya başladı mesela. Kobe Bryant, Kevin Garnett, LeBron James gibileri direk liseden NBA'e sıçrama başarısı da gösterebiliyor. Bunun bir sporcuyu ne kadar motive edeceğini tahmin etmek güç değil. Ancak bunlar ekstrem örnekler. Zaten çok çok yetenekli olan ve ilerde büyük NBA yıldızları olacakları, o zamandan belli olan isimler. Ancak Ben Wallace gibi çok parlak olmayan ama basketbol oynamaya hevesli insanlar bile burs alabiliyorlar. Belki North Carolina gibi çok ünlü bir üniversiteden değil ama basketbol takımında olacağı için burs alabiliyor bu adamlar. Spora teşvikte son nokta bence.
Lise ve üniversite müsabakaları da çok prestijli Amerika'da. Sporcuların katıldıkları turnuvalar, basketbol, atletizm, yüzme, baseball, Amerikan futbolu... her ne turnuvası olursa olsun, dolu tribünler önünde oynanan ve ulusal kanallardan yayınlanan organizasyonlar. Yani o zamandan baskı altında oynamaya, seyircinin olduğu maçların atmosferine alışıyorlar. Türkiye'de üniversite ligi var mı yok mu belli değil. Lise turnuvaları oynanıyor da kim kazanıyor, hangi sporcu sivrildi, kimsenin haberi olmuyor. Dolayısıyla sporcuyu fark edene kadar iş işten geçebiliyor.
En önemli fark ise okul ile spor arasında bir seçim yapma zorunluluğu. Ülkemizde spor yapan gençler, sınav senesi ya da sınav dönemlerinde antrenmanlarından kısıp, ders çalışmaya zorlanıyor. Amerika'da ise ''Sen yeter ki branşında gelişme kaydetmeye devam et, biz sana derslerde kolaylık sağlayacağız'' deniyor. Kafayı tamamen spora verebiliyorlar. Bizim ülkemizde geleceğini az çok garantiye almak için sporu bir kenara bırakan yetenekli sporcu sayısı hayli yüksek.
Bir de draft diye bir sistemleri var ki bana göre gelinebilecek son nokta. Lise ve üniversite liglerindeki sporcuların, profesyonel takımlar tarafından seçilmesi ve kadroya katılması anlamına geliyor draft. Oralara gelebilir miyiz? Sanmıyorum. Ama gelirsek de bizim torunlarımız filan görebilir ancak. Draft olayına tam kapsamlı girmeyelim. O konudan bir yazı daha çıkar.
Karşılaştırma işi genel hatlarıyla böyle. Amerika'dan bahsettik ama Çin de 2004 yılından beri Amerika sistemine çok benzer bir sisteme geçti. Aralarındaki tek fark, Çin'de sporcunun tüm ihtiyaçları devlet tarafından karşılanıyor, Amerika'da özel girişim işin içinde. Tabi Çin'de evden antrenmana, antrenmandan eve gibi bir düzen var. Amerika'da sporcunun sosyal hayatı da olabiliyor. O yüzden en ideal olarak gördüğüm Amerika'yı karşılaştırma olarak kullandım.
Bir de sadece ülkemizde kullanılan, akla hiçbir şekilde yatkınlığı olmayan klişeler var. Onlardan da bahsetmeden geçmeyeyim. En gıcık olduğum, ''Ülkemizin dört bir tarafı deniz, yüzmede nasıl başarı gelmez kaaeerdeşimm'' klişesi. Ulan olimpiyatlarda denizde mi yüzülüyor? O madalya alan yüzücüler, denizde mi antrenman yapıyor? Tabi ki hayır! Sen sporcuna gerekli tesisi sağlayabiliyor musun? Yüksek kalitede çalıştırıcılar sunabiliyor musun? Ailesinin geçimini temin edebiliyor musun? Bunlara cevap yok!
Diğer bir klişe ''Ulan Allah'ın Kenyalısı, Etiyopyalısı dünya rekoru kırıyor, bizimkiler final bile koşamıyor.'' Milliyetine, devletin ekonomik yapısına göre mi sporda başarı geliyor yani? Yine hayır! Kenya'da, Etiyopya'da, o dünya rekoru kıran sporcular, 6 yaşına geldiği zaman ''Ben atlet olacağım'' diyor. ''Polis, doktor, itfaiyeci olacağım diye hayal kurmuyor.'' Çünkü ülkelerinde yetişen ve fakir bir aileden çıkıp, iyi bir ekonomik düzeye erişebilen neredeyse herkes atlet. Onların çocukluk kahramanları, senin televizyonda izleyip, ülkesinde açlık var diye aşağıladığın dünya rekortmeni atletler. Polat Alemdar filan değil! O yüzden dört elle sarılıyorlar spora, o yüzden hayatlarını antrenman yaparak geçiriyorlar, o yüzden dünya ve olimpiyat şampiyonu olabiliyorlar. Çünkü bu, onlar için belki de tek kurtuluş, hayatta kalma yolu. Bunu anlayamayacak kadar sığ görüşlü insanlar var.
Daha değinebileceğim çok eksiğimiz var. Ama hepsine tek tek girersem, bu yazı okunmayacak kadar uzun olur. İnsanımızın kafa yapısını, devletin sporcuya bakışını, gençleri spora teşvik etme politikasını, sporcu adaylarının gelecek kaygılarını değiştiremediğimiz sürece, ben olimpiyatlarda başarılı olabileceğimizi zannetmiyorum. Ancak halterde, güreşte alacağımız 2-3 madalyaya bakıp, başarılıyız deriz, o kadar. İnşallah bu durum değişebilir de ben de fazla karamsar davranmışım diyebilirim.
Herkes Farkında aslında önce milli sporcuyu seçerken torpili karıştırmayacan. Sonra o seviyeye getiren hocasını bir kenara itip sırf komitedesin diye tüm övgüyü almıyacan. Eğerki komitede ve başarısızsın o vakit daha fazla okoltuğu meşgul etmeyecen.
YanıtlaSil