9 Temmuz 2013 Salı

Big O



Efsanelere Saygı Köşesi'ne, canlı olmasa da sonradan izlediğim maçları, hakkında okuduklarım, oyun stili ve hayat hikayesiyle büyük saygı ve sempati duyduğum Oscar Robertson ile başlamak istedim. Robertson, kendisine karşı mücadele eden oyuncu ve koçlardan hak ettiği övgüyü alsa da medya ve günümüz basketbol izleyicisi için uzun süre geri planda kalmış, çok çok özel bir oyuncu.

24 Kasım 1938'de Charlotte, Tennessee'de dünyaya gelen Oscar Robertson, ailesiyle birlikte Indiana'ya tecir ettirildi. O dönem, Amerika Birleşik Devletleri'nde ırkçılığın yoğun yaşandığı ve siyahların belli bölgelerde inşa edilen gecekondu tarzı evlerde yaşamaya zorlandığı bir zamandı. Yaşamlarına Indiana'da devam eden Robertson ailesi, bekar anne Mazel Robertson'ın iki işte birden çalışmasıyla geçimini sağlayabiliyordu. Ekonomik olarak çok kötü şartlarda büyüyen Oscar, basketbola, tenis toplarını pota benzeri sepetlere atarak başladı. Beladan uzak durmak için yönelebileceği bir mecra arayan Robertson için basketbol adeta tek yöndü. Çünkü o zamanlarda basketbol, "fakir çocukların oyunu" olarak nitelendiriliyor ve oynamak için sadece bir top ve yukarı asılmış bir çember bulmanız yetiyordu.

Lise çağına geldiğinde, sadece siyahların okuduğu Crispus Attucks High School'a katıldı. Burada geçirdiği ilk yılda, henüz 15 yaşındayken basketbol yetenekleriyle takıma girebileceğini gösterdi. Bir sonraki yılda (1954) çok yönlü oyunuyla takımın en iyi oyuncusu olarak sivrilen Oscar Robertson, takımını Eyalet Turnuvası'nın çeyrek finaline kadar taşıdı. Irkçılık belası yine karşısına çıkacaktı. Oscar, restoranlarda beyazlarla aynı yerde oturamamaktan, tuvaleti kullanamamaktan, otobüse bindiğinde en arkaya oturmak zorunda kalmaktan nefret ediyordu. Ancak en kötüsü, lise takımında basketbol oynarken başına gelecekti. Yaşıtlarına göre çok iyi olduğu için, bazı takımlara karşı oynayacakları maçlardan önce sahaya çıkmaması için ölüm tehditleri alıyordu. Tamamen siyahlardan oluşan bir takımın, beyaz basketbolcuları yenmesini istemeyen bir toplumla karşı karşıyaydı. Hissettiği korku ve baskı çok yüksekti. Yine de oynamaya devam etti. Maçları yayınlayan yerel radyo ve televizyonların spikerleri, Oscar'ın ismini telaffuz etmiyorlardı. "Seni burada istemiyoruz." mesajına rağmen Robertson, bunun kendisini rahatsız etmediğini, aksine daha da odaklanarak oynamasını sağladığını söylüyor.

1955 yılında, tüm olumsuzluklara rağmen Crispus Attucks, Indiana Eyalet Şampiyonu olur. Bu, tamamen siyahlardan oluşan bir takımın kazandığı ilk eyalet şampiyonluğu'dur. Eyalet genelinde bunun sadece bir tesadüf olduğu yansıtılmaya çalışılsa da Attucks, bir sonraki sezon tek maç dahi kaybetmeden bir kez daha eyalet şampiyonluğuna uzanır ve dikkatleri tamamen üzerine çeker. Takımın yıldızı Oscar Robertson, çoktan üniversite koçlarının radarına girmiştir.

Kolej kariyerini Indiana Üniversitesi'nde geçirmeyi çok ister. Oradaki yetkililerle görüşmek için kampüse gider. Basketbol takımının koçunun, kendisine çok kaba davranması ve ırkçı tavırlar takınması sebebiyle Indiana hayallerinin anında üzerini çizer. Davet aldığı Cincinnati Üniversitesi'ne katılmaya karar verir. Cincinnati Bearcats tarihinin ilk siyahi oyuncusu olan Oscar Robertson, yeteneklerini her geçen gün geliştirerek durdurulamaz bir oyuncuya dönüşür. Cincinnati'de geçirdiği 3 yıl boyunca 33.8 sayı ortalaması yakalayan, her 3 yılda da NCAA'in sayı kralı olan, Yılın Kolej Oyuncusu olan Robertson, takımını 3 sezonun ardından 79 galibiyet, 9 mağlubiyet gibi inanılmaz bir galibiyet/mağlubiyet oranına getirir. Son iki yıl Final Four oynamalarına karşın, 3 yıl boyunca aldıkları 9 mağlubiyetin 2'si finallerde gelince, Bearcats'te Oscar Robertson dönemi şampiyonluksuz kapandı. Ancak Robertson arkasında 14 NCAA, 19 da takım rekoru bıraktı. Koleji bıraktığında NCAA tarihinin en skorer oyuncusu unvanını aldı ve 1970 yılında Pete Maravich onu geçene kadar hiçbir oyuncu ona yaklaşamadı.

Sadece saha içine ve rakamlara bakıldığında Oscar Robertson'ın kolej kariyeri toz pembe gözükebilir. Ancak gerçek tamamen farklıdır. Irkçılık hala büyük bir problemdir ve dozu artarak devam etmektedir. Bir maçın ardından Oscar, üzerini değiştirmek için soyunma odasındaki dolabına gider, açar ve kıyafetlerinin üzerinde siyeh bir kediyle karşılaşır. Koçu ve takım arkadaşlarından destek görmesine rağmen, bu aşağılayıcı hadise tekrarlanmaya devam eder. Çok daha kötüsü, takımın Houston'da oynayacağı bir deplasman maçından önce gerçekleşir. 1957-1960 yılları arasında Cincinnati Bearcats forması giyen Oscar'ın takım arkadaşı Ralph Davis, olayı şöyle anlatıyor:

"Houston'da bir otelde geceyi geçirecektik. Otel, Oscar'ı içeri almayı reddetti. Biz, takım arkadaşları olarak Oscar'la aynı yerde geceyi geçirmek istediğimizi söyledik. Ama koç buna izin vermedi. 'Biz, Oscar'la ilgileneceğiz. Siz odalarınıza geçin' dedi ve onu başka bir yere götürdü."

Oscar, yaşanan bu olay üzerine psikolojik olarak çöküntüye uğradı. Fazlasıyla üzgün ve kızgındı. Koç ve takım arkadaşlarının, onun başka bir yerde kalmasına izin vermeleri Oscar'ı büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. Yıllar sonra Robertson, neler hissettiğini samimi bir şekilde anlattı:

"Bir daha eskisi hissetmedim. Bir ikisi dışında oyuncularla aram çok bozulmadı. Ama hiç eskisi olmadı. O insanlara bir daha asla 'takımım' diyemedim. Basketbolu bırakmayı düşündüm. Çünkü bu tip saldırılar hiç bitmeyecekti ve sabrım azalıyordu. Gün gelip, birinin beni öldürmesinden ya da benim birini öldürmemden çekiniyordum."

Bu olaydan sonra Oscar, çok içine kapanık ve negatif bir insana dönüştü. Çok az iletişim kuruyor, insanlara sevgiyle yaklaşmıyordu. Giderek daha huysuz ve agresif bir kişi olmaya başlamıştı. Bırakmayı ciddi ciddi düşünse de basketbola olan sevgisi ve kazanması muhtemel büyük parayı da düşünerek oyunun içinde kalmaya devam etti.

Mezun olduktan sonra, 1960 Roma Olimpiyatları'nda altın madalya kazanan Birleşik Devletler takımının bir parçasıydı. O takım, gelmiş geçmiş en iyi amatör basketbol takımı olarak nitelendirilir. Oscar Robertson, ileride NBA efsaneleri arasına katılacak olan Jerry West ile birlikte takımın kaptanıydı. Oynadıkları 9 maçın hepsini kazandılar ve rakiplerine maç başına 42.4 sayı fark attılar. Oscar Robertson, o takımda kısa forvet olarak görev yaptı ve bir diğer NBA efsanesi Jerry Lucas ile birlikte takımın en skorer oyuncusu oldu. (1960 Roma Olimpiyatları'na giden 12 amatör oyuncunun 10 tanesi NBA'de profesyonel kariyer yaptı ve içlerinden 3 oyuncu Şöhretler Müzesi'ne (Hall Of Fame) girme onuruna erişti: Oscar Robertson, Jerry West ve Walt Bellamy)

Oscar Robertson, 1960 NBA Draft'ında Cincinnati Royals tarafından seçildi ve NBA kariyerine adım attı. Royals'tan çaylak sezonu için 33 bin dolar(O zaman için iyi para) kazanan Robertson, basketbol topu alamayacak kadar fakir olduğu günleri gerisinde bırakmıştı. Ancak yaşadıkları sebebiyle negatif şekillenen kişiliği, onu sahada ve saha dışında -kibar tabiriyle- sevimsiz bir insan yapmıştı. İnsan ilişkileri nasıl olursa olsun, Oscar Robertson ilk sezonundan itibaren ligi domine etmeye başladı. Oyunkurucu, şutör-guard ve kısa-forvet pozisyonlarında oynayabilen Robertson, oyunun her alanına katkı vererek, daha önce az görülmüş rakamlara ulaştı. Henüz çaylak sezonunda "30.5 sayı, 10.1 ribaund, 9.7 asist" gibi inanılmaz ortalamalar yakalayan Oscar Robertson, Yılın Çaylağı Ödülü'nü kazandı ve NBA'in En İyi 5'ine seçildi. Takımı Royals playoffların dışında kalsa da yanında yetenekleri sınırlı bir kadro olduğu için bireysel performansı daha ön plana çıktı.

1961-1962 sezonunda Robertson, sezon boyunca "30.8 sayı, 12.5 ribaund, 11.4 asist" ortalamaları tutturarak, NBA tarihinde bir sezonu triple double ortalamayla tamamlayan ilk oyuncu unvanının sahibi oldu ve "Big O" lakabını akıllara kazıdı. (Günümüzde hala bu başarıya erişmiş ikinci bir oyuncu bulunmamaktadır.). Aynı sezon Cincinnati Royals Doğu Konferansı Finali'ne yükselse de Bill Russel'lı Boston Celtics'e 7 maç sonunda boyun eğdi.

1963-64 sezonunda Big O, yanında ilk kez şampiyonluk adayı olabilecek kalibrede bir takım buldu. Yeni eklemelerle galibiyet yüzdesini iyice arttıran ve Doğu 2.'si olan Royals'ta Oscar Robertson 31.4 sayı, 9.9 ribaund ve 11 asist ortalamaları yakaladı ve ikinci kez sezonu triple double'la bitirmenin kıyısından döndü. Akıl almaz rakamlarına rağmen Big O, topla çok fazla oynadığı ve yer yer takım arkadaşları hiç yokmuş gibi oynadığı gerekçesiyle eleştirilere maruz kalsa da yaptıkları, bu seslerin yükselmesine izin vermedi. Bu sezonda MVP Ödülü'nü alan Robertson, 1960-1968 arasında Bill Russel ve Wilt Chamberlain dışında MVP seçilen tek oyuncu oldu. Playofflarda ilk turda Philadelphia 76ers'ı geçen Royals, bir sonraki turda Boston Celtics'e 4-1 kaybetti ve yine hüsranla sezonu noktaladı.

Bu noktadan itibaren Oscar'ın topa gereğinden fazla hükmettiğine yönelik eleştriler, daha yüksek sesle dile getirilmeye başladı. Royals'ın ancak takım oyunuyla şampiyonluğa uzanabileceği konuşuluyordu. Big O ise takıın buna ihtiyacı olduğunu, onun sorumluluk alması durumunda takımın yaratıcılık konusunda sıkıntı yaşayacağı görüşündeydi. Başarıda hak ettiği övgüyü alamadığından ve başarısızlıkta da hak etmediği kadar ağır eleştirildiği konusunda şikayetçiydi. Cincinnati Royals yönetimi, takım basketbolu tezini kabullendi ve takımın başına Boston Celtics'in efsane oyunkurucusu Bob Cousy'i getirdi. Cousy'nin istediği, daha hızlı bir basketboldu ve topun Robertson'ın elinde fazla kalmaması için aşırı çaba içindeydi. Bu tavrı, ikili arasında fikir ayrılıklarına ve uzaklaşmaya yol açtı.

Cousy yönetiminde Cincinnati Royals, önceki dönemini arar oldu. Başarıları giderek düşmeye başladı. Çok başarılı bir oyunculuk kariyerinin ardından koçluğa gelen Bob Cousy, yıldız egosuna sahipti. Ve bu takımın saha içinde bir koçu zaten vardı. Çok geçmeden Bob Cousy ve Oscar Robertson arasında problemler yaşanmaya başladı.1969-1970 sezonunda üst üste 6. kez playoffların dışında kalma tehlikesiyle baş başa kalan Royals'ta şok bir gelişme yaşandı. 41 yaşındaki koç Bob Cousy, kendisini aktive etti ve sezonun kalan 7 maçında takımın oyunkurucusu olarak sahaya çıkma kararı aldı. Oscar Robertson'ı iki numara pozisyonuna kaydıran ve topla daha az buluşturan Cousy, yine başarı elde edemedi. Bu gelişmenin ardından kafalarda soru işareti olarak duran "Cousy, Big O'yu kıskanıyor mu" konusu, netlik kazanmış da oldu. Yıllar sonra Robertson'ın takım arkadaşları, kendilerinin de bu durumu sezdiğini ve bir kıskançlık olduğuna inandıklarını dile getirdi.

1970 sezonunun bitiminde, Oscar Robertson, Milwaukee Bucks'a takas edildi. Bu takas tüm ülkede büyük yankı uyandırdı. Sadece ligin en iyi oyuncularından Oscar Robertson başka bir takıma gitmemişti: "Big O, Kareem Abdul Jabbar'ın takımına gitmişti." Takas, kamuoyunu ikiye böldü. Bir kesim böyle iki oyuncuyu bünyesinde bulunduran Bucks'ın çok güçleneceğine inanıyor, diğer bir kesim de bu ikilinin saha içinde verimli bir ortaklık kuramayacağını düşünüyordu. Medyada uzun süre bu konuşuldu. Gelin bu ikilinin nasıl çalıştığını Kareem Abdul Jabbar'ın sözleriyle analiz edelim:

"Oscar, benim pick & roll'lerde iyi olmadığımı fark etmişti. Ancak beni hareketli şekilde topla buluştuurduğunda çok rahat sayıya gidebiliyordum. Bunu da çözünce, müthiş pas yeteneğiyle işimi çok kolaylaştırmaya başladı."

Oscar Robertson, NBA tarihinin gördüğü en iyi skorerlerden biriydi. Ancak yalnızca bir skorer değildi. Saha görüşü mükemmeldi, harika bir pasördü, top hakimiyeti çok üst seviyedeydi ve en önnemlisi de oyun zekası çok gelişmişti. Kendisinden önce "Siyahlar, takım yönetemezler. Oyun akılları o kadar gelişmemiştir." şeklinde yerleşen kanıyı yıkmaya kararlıydı. Kareem kadar iyi -belki daha da iyi- bir skorer olmasına rağmen, Big O orkestra şefliğine soyundu. Savunmayı okuyor, ona göre hücumu yönlendiriyor ve başta Kareem olmak üzere takım arkadaşlarına pozisyonlar yaratıyordu. Savunmayı ok rahat üzerine çekebildiği için, bitirici pasları vermekte de çok başarılı olduğundan, bu plan tıkır tıkır işlemeye başladı.

Milwaukee bucks savunmasının liderliği de Oscar Robertson'daydı. Güçlü fiziği, atletizmi ve inatçılığı sayesinde çok iyi bir bireysel savunmacıydı. Ancak takım arkadaşlarını da yönetme kabiliyetine ve karizmasına sahipti. O dönemdeki takım arkadaşları, takımın yıldızı Kareem Abdul Jabbar bile savunmada bir hata yaptığında Oscar'ın gözlerini sonuna kadar açarak sinirli bir şekilde onu uyardığını, ona dahi liderliğini kabul ettirdiğini söylüyor.

1970-1971 sezonunu Milwaukee 66-16 bitirir ve NBA Finali'nnde Baltimore'un rakibi olur. Bucks, rakibini süpürerek şampiyon olur. Oscar Robertson, 10 yıldır beklediği şampiyonluğu sonunda kazanmıştır. Bu, onun ilk ve tek şampiyonluğu olacaktır.

3 yıl sonra, 35 yaşına geldiğinde, Oscar Robertson basketbolu bırakma kararı alır. O dönem herkes, onun daha fazla oynayabileceğini düşünmektedir. NBA'e ve takımına yaptığı katkılara yeterince değer verilmediği konusundaki fikri değişmemiştir. Hala her fırsatta ağır şekilde eleştirilmekten bıktığını söylemiştir. Nispeten erken vedasının önemli sebeplerinden biri budur ancak biriktirdiği çok daha fazla şey vardır.

Yaşadıkları sebebiyle içine kapanık bir insan olması, kariyerinin sonunda çok fazla kötü birikim sahibi olmasına yol açtı. Ne basına ne de etrafındakilere içini dökmemiş, hep içinde saklamıştı. 1994 yılında Cincinnati Üniversitesi, kampüsüne eski oyuncusu Oscar Robertson'ın bir heykelini dikme kararı aldı. Heykelin açılış törenine katılan Robertson, içini orada yaptığı konuşmada döktü:

"(Kendi dönemindeki öğrencilere ve okul yönetimine hitaben) Buraya ilk geldiğimde, kötü şeyler görmüş ama hala saf bir çocuktum. Ama siz beni gereğinden fazla zorladınız. Dolabıma siyah kediler koydunuz. Houston'da takımla birlikte kalmama izin vermediniz. (Ağlayarak) Oscar Robertson heykeli, sizin için! Özellikle sizin için! Herkese teşekkür ederim."

Bu konuşmanın ardından Oscar Robertson'ın içindeki kırılgan, üzgün kişiyle herkes tanışmış oldu. Birkaç yıl sonra, böbrek rahatsızlığı olan kızına böbreğini bağışladığında, Oscar Robertson adeta kahraman ilan edildi. Bu durum, Oscar Robertson'ı memnun etmedi. Bir konuşmasında Robertson, "Basketbola ve NBA'e verdikllerimden ötürü beklediğim ilgiyi ve övgüyü göremedim. Ancak kızıma böbreğimi verdiğim zaman herkes benden bahseder oldu. Size soruyorum: Bir babanın, kızı için yaptığı fedakarlıktan daha doğal ne olabilir?"

Anlaşıldığı gibi Big O hala biraz kırgın. Ancak artık NBA tarihiyle ilgilenen daha fazla yazar ve belgesel yapımcısı olması, bizlere de Oscar Robertson gibi efsaneleri tanıma ve saygı duyma şansı veriyor. Aslında bu yazıyı yazma sebebim, yeteneklerinden çok, yaşadığı olayların kendisini nasıl etkilediği ve o zamanlar nasıl bir ortam olduğunu kendimce daha genç yaştaki okurlara aktarmaktı. Neyse ki ben, sayısı fazla olmasa da yeteneklerine hayran kalacak kadar görüntü bulabildim. Kendisini izlememiş olsanız bile, onunla karşılıklı oynayan bazı kişilerin söylediklerinden bir fikir sahibi olabilirsiniz;

"Oscar Robertson, karşılıklı oynadığım en iyi oyuncuydu. Hiçbir zaafı yoktu."
                                                                                               (Celtics Efsanesi John Havlicek)

"Oscar, zamanının Michael Jordan'ıydı." 
                                                                                      (Celtics'in Efsane Koçu Red Auerbach)

"Eğer Michael Jordan ve Oscar Robertson aynı dönemde oynamış olsaydı, şu anda hangisinin tarihin en iyisi olduğuyla ilgili büyük bir tartışma içinde olurduk."
                                                                                               (Eski Pistons Koçu Chuck Daly)

"Dönüp kariyerime baktığım zaman, onun kesinlikle oynadığım en iyi oyuncu olduğunu söyleyebilirim."
                                                                                                                            (Jerry West)

"Bütün bir sezonu triple double ortalamayla bitirdi. Bununla hiçbir şeyi karşılaştıramam. Aynı şeyi başarmaya çalıştığım zaman, Oscar Robertson'ın ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu ve inanılmaz işler yaptığını anladım."
                                                                                                                       (Magic Johnson)

"Tam olarak nereye gideceğini, ne yapacağını bilirdiniz. Ama yine de durduramazdınız. İşte bu, büyüklüktür." 
                                                                                         (Hall Of Famer Koç Lou Campanelli)

"Ondan nefret ederdim. Çünkü ne zaman topu elime alıp, ön plana çıkmak istesem'Gel buraya! Topu bana ver!' diye bağırırdı. Ben de 'Tabi ki efendim' demek zorunda hissederdim."
                                                                                       (Eski Takım Arkadaşı Norm Van Lier)

   
NOT: 15/07/2013 tarihinde www.nbatr.com'da yayınlanan yazımdır. Önce orada yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder